30 Ocak 2012 Pazartesi

soru: türkiye'nin en gizli halk soyucusu kimdir..
cevap: kişiler bazında mı?
ipucu: hayır; kurumlar bazında..
cevap: resmi mi, gayri resmi mi?
ipucu 2: özel
cevap: büyük bir ihtimalle finansla ilgili olabilir, öyle değil mi?
ipucu 3: yaklaştın..
cevap:banka olabilir mi? 
ipucu 4: Bingo!
cevap: bonus mu dedin?
ipucu 5: vallahi bravo leb demeden leblebiyi anladın. garanti bilemez dedim ama beni yanılttın.
cevap: sen beni küçümsemeye devam et..morartırım adamı..

t.r.k-bel kemikli öyküler

13 Ocak 2012 Cuma

KAPI

-KAPI-
- üzgünsün?


- evet, nereden anladın?


- çok incesin, sağol!


- anlamadım?


- her halinden belli demek istiyorum. söyle bakalım, neyin var, yine her zaman ki gibi boş şeylere mi takıyorsun kafayı, bir dinleyelim.


- sana söylemiş olmam gerekir, roman karakterimle başım dertte.


- anlatmadın. kendi yarattığın bir dünya var. bir dolu karakter. boş şeyler..boş şeyler..gerçek dünya neyine yetmedi?


- benim yarattığım bir dünya falan yok, bunu sen söylüyorsun. ben roman, öykü karakterlerimden bahsediyorum.


- gerçek dünyada oynuyorum bazı karakterleri diye sen demiyor muydun a canım!


- evet ama bu "yarattım" anlamına gelmez ki. kimseye bir zararı yok bunların. ve ben de bir roman karakteriyim aslında..ve aslında sen de roman karakterisin. bunu duymanı hiç istemezdim.


- o romanları, öyküleri sen yazmıyor musun?


- evet ben yazıyorum. ama oynamıyorum. başkası oynuyor. başka bir karakter. tıpkı sen gibi.


- beni boş ver şimdi. pekala hangi karakterinle başın dertte senin?


- oynayanla. oynamak istemiyor artık. biliyorsun, içinde olduğum ama benim oluşturmadığım dünyada, tıpkı gerçek dünyada olduğu gibi ölümler olur. gerçek dünyada ölenlerin nereye gittiğini hepimiz biliyoruz, veya hiçbirimiz bilmiyoruz.


- ee?


- içinde bulunduğum ve senin de dahil olduğun dünyada bir roman karakteri öldüğü zaman o karakter dünyaya salınıyor. 


- nasıl yani, anlamadım?


- yani şu anda gerçek dünyaya saldığımız ve oynuyorum zanneden karakter aslında bizim yaşadığımız dünyada öldü. kendisi bilmiyor, bilirsin söylemeyiz bunu karakterlere. bir sen, bir ben biliriz. bir de biliyorsun bunu da?


- ben bilmiyordum, ilk defa senden duydum. beni ne zaman öldüreceksiniz sizin dünyanızda.


- senin zamanın var daha. ben öyle tahmin ediyorum. kendini boş ver de, ne yapacağız bununla..oynamak istemiyor ve geri dönmek istiyor. bu mümkün değil. imkansız, olamaz böyle bir şey. görülmüş, duyulmuş şey değil! hafazanallah!


- bunu alın, başka birini salın olmaz mı, yazarsın bir karakter daha.


- sen işin dalgasındasın. bu karakter orada hep ezildi. kurtardık oradan bir nevi.


- ezildi mi, nasıl?


- yabancı dil bilmiyordu. ve üstelik kendi dilini de şiveli konuşuyordu. iskoç aksanı. ve gayda da çalamıyordu.


- ne diyorsun yahu?


- biliyorsun  iyi türkçe konuşamayanı salıveriyoruz erkenden. 


- yabancı diliniz türkçe mi?


- evet, ne o şaşırdın?


- ana diliniz de ingilizce o zaman?


- hayır, kendine özgü yazım şekli ve fonetiği olan bir dil. sanki sen bilmiyormuş gibi konuşuyorsun. yoksa bilmiyor musun? sadece yabancı dil mi biliyorsun yoksa..


- niye yapamamış ve neden oynamak istemiyormuş gerçek dünyada?


- bunu anlatmıyor. o'na anlatacakmış.


- o dinlemez ki bunu. işi başından aşkın!


- ben de onu diyorum, ama bir türlü kalın kafası anlamıyor, inatçı keçi.


DEVAM EDECEK...


                                                  T.R.(Ş).KARABANDOĞLU- felsefik konuşmalar











5 Ocak 2012 Perşembe

BİR PAZAR KAHVALTISI


"Küçük öykümden minicik iki kuple.."

   Öyle bir kadınla birlikte olmam gerekir ki; herkes "Allah'ın safının bu kadar güzel bir kadınla nasıl birlikte olabilir" diye şaşkın ve imrenme dolu ağızları bir karış açık kalsın.

   Hiçbir yeteneği yoktu. Mesleği yoktu. Fiziği düzgün değildi. Konuşması berbattı. Yaşam tarzı köylülükten öteye geçememişti. Yürümesi, oturması, kalkması, yemek yiyişi felaketti. Yemek kültürü denen olgu kısır beyninde sadece "karın doyurma" imgeleminden başka bir şey değildi onun için. Bira ve rakıyı içerdi o kadar. Herkes gibi. Bu içerken mezeler utancından dile gelirdi: "- İçme şu zıkkımı, içersen de yanında bizi götürme bari..yeme bizi!"

   İşte böyle bir adamın hayali gerçek olur; masallardaki gibi.

- Hayatım şöyle hafta içi de bir gün ayarlayalım. Hafta sonu her zaman bizim zaten. Geçmesini istemiyoruz. Önemli olan hafta içini de sabırsızlıkla beklemek değil mi, ne dersin?

- Ne içinmiş bu anlamadım?

- Hani haftasonları çok güzel dakikalar geçiriyoruz ya birlikte, anladın ama anlamamazlıktan geliyorsun. Hem fena mı olur, iş stresini ne güzel atarız. Beklediğimiz o günde çok önemli ve stresli, kavgalı, döğüşlü bir toplantımız var, belki de o gün bizim için hiç gelmesini istemeyeceğimiz bir gün, ama biz o günü sabırsızlıkla bekliyoruz gelmesi için. Güzel fikir değil mi sence? Bence güzel fikir.

- Saçmalama. Günü mü olurmuş bunun? Beyefendi sen onu bunu boşver de yarınki "Kahvaltım" güzel olsun. Bu muydu senin "Pazar Kahvaltıların"?

- Çok erken uyanıyorsun. Biraz yatak keyfi yapılmaz mı Pazar günü be! 12'ye doğru uyansak ben sana ne kahvaltılar hazırlarım. Uykulu gözlerle, o gül kokulu teninin sıcaklığı sinmiş yatağımdan kalkayım, ağzımda bir dolu küfür, buna da şükret canım. Cumartesi sabahları kahvaltılarını da gördük.

- Ne varmış, Cumartesi kahvaltılarında? Kahvaltı, mahvaltı yok sana! Görürsün sen.

- Bi'tanem; bir öneri daha getiriyorum sana: İki günlüğüne hafta sonu misafir çağıralım. Objektifliğine güvenebileceğimiz, ikimizin de yakından tanıdığı birisi olsun. Senin Cumartesi kahvaltını, benim Pazar Kahvaltısıyla karşılaştırıp not versin. Olur mu?

- Çok cin fikirlisin. Ama böyle ters işlere çalışıyor nedense. Kabul ediyorum. Nesine?

- Sen ne dersen kabul ediyorum.

- Pekâla, çağıracağımız misafir kim olsun, ona karar verelim.

Devam edecek...


                                                               Tezel Refik Ş.Karabandoğlu- Bir Pazar Kahvaltısı-Öykü